Sunay Akın Tek Kişilik Gösterisi ile 17 Kasım Pazartesi akşamı Şinasi Sahnesinde Ankaralılarla buluştu. Gösteri sonrası kitaplarını imzalayan Sunay Akın, sevenleri ile uzun sohbetler yaptı. Benim de sorularımı olanca samimiyeti ve alçak gönüllüğü ile cevapladı.
Mavianne: Öncelikle benim röportaj talebimi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ediyorum.
Sunay Akın: Rica ederim efendim.
ÇOCUKLUĞUMDA KİTAP ALMAYA GİTMEK BİR TÖRENDİ
Mavianne: Sizi izlediğimizde, esprili, neşeli, kültürlü, sürprizli, bize bilmediklerimizi anlatan masalcı amcayı görüyoruz. Bizim için şaşırtıcı ve ilginç olan hikayeleriniz nereden besleniyor?
Sunay Akın: Benim annem, haftada bir gün en güzel elbiselerini giyer, makyajını yapar sokağa çıkardı. Hiç aksatmadan yaptı hayatı boyunca. Bize de en güzel giysilerimizi giydirirdi. Beni ve abimi ellerimizden tutar, sokağa çıkarırdı. O gün sokaktaki kadınlar derdi ki; “Tülay Hanım yine 2 oğlunu almış, onlara kitap almaya gidiyor” Annem, bana kitap sevgisini, okuma tutkusunu aşılamak için yapardı bu töreni. Kitap almaya gitmek bir törendi. Çok önemli bir gündü o. Kitaba gitmenin önemini, o güzel giysileri ile o güzel bakışıyla yapardı annem. Bunu yapan annem ilkokul mezunuydu. Ben aslında o güzel yürüyüşün sürdürücüsüyüm.
Hani sordun ya sürprizler yapıyorsun bizi şaşırtıyorsun, ne ile besleniyorsun diye. Annem de beni şaşırtırdı, sürpriz gibi gelirdi bana o gün.
Tek şey kitaplar ve okumak, başka bir şey değil. Oysa ki, ilkokul 1. sınıfta öğretmenimiz sormuştu, ne olacaksınız ileride diye. Kimi öğretmen, kimi doktor, kimi avukat dedi, oldular da. Ama ben, ilkokul 1. Sınıftaki kimliğimi taşıyorum hala. Okur yazar oldum ben, o kadar. Hala da, Okur ve Yazarım. Okuma ve yazmanın mutluluğunu hayatta hiç bir yerde bulamadım. Bu yüzden o denizlerde kulaç atıyorum, ben orda mutluyum.
SINAVLAR BİR MAYIN TARLASI
Mavianne: Gösterinizde, “ okulda karnemi aldığımda ağlardım, hepsi pekiyi olmasına rağmen ben o dersleri hatırlamıyordum” diyorsunuz. Tüm okuduklarınızı aklınızda tutabildiğinizi görüyorum oysa ki, bu nasıl oluyor?
Sunay Akın: Karneyi aldığımda hepsi pekiyi olmasını sahte buluyordum. Unutuyordum, yaz tatilinin başlangıcında karne almışım, aradan birkaç ay geçmiş, o problemi sor, yapamıyordum, bu beni rahatsız ediyordu. Şunu düşünüyordum, bilgi kaybolup gitmemeli, bilgi nedir. Ben hamle yapmak istiyordum bilgi ile, bir şeyler yapmayı, bir yerlere ulaşmak istiyordum. Unutarak bu olamıyordu. Bunun çelişkisini yaşıyordum ben çocukluğumda. Zaten, ondan sonra sorgulaya sorgulaya bilgi ile hamle yapan birine dönüştüm ben. Benim yaptığım o, bilgiyle satranç oynuyorum. Yeni hamleler yapıyorum.
Ne yazık ki, öğrenme, okul denilen kurumlar mayın tarlasına hazırlıyor bizleri Sınavlar bir mayın tarlası, Üniversiteye hazırlanıyoruz bugün değil mi? Neden bu bir mayın tarlası. Mayınları patlatmadan karşıya geçen kurtuluyor. Bunun için mi bilgi var, bunun için mi öğreniyoruz? Soru hazır verilir cevabı bulmamız istenir. Hatta şöyle denilir ;aşağıdakilerden hangisi değildir, a, b, c, d, e şıkları vardır yani, yanıtın içine gerçeği gizlerler,sonra bulmamızı isterler. Oysa, öğrenmede ast olan yanıtlar değil sorulardır. Yanıtlar geçici, yanıtlar değişir. Bugünün yanıtları 10 yıl sonra yok, değişti. Ama değişmeyen tek şey doğru zamanda doğru soruyu sormaktır. Soru sorarak o bilgi ile o hamleyi yaparsınız. Bakarak değil görerek. Bakmakla görmek arasındaki perdeyi kaldırmamız gerekir. Öğrenmek budur bence.
TRABZON’UN SOKAKLARI RENKLİ VE ÇARPICI
Mavianne: 1962 doğumlu olmanızın anlamlı olduğunu söyleyip “yalnızca 62 den tavşan yapılır” esprisi ile noktayı koyuyorsunuz. Bu mizah duygusu, Karadenizliliğinizin verdiği bir armağan mı yoksa genetik mirasınız mı?
Sunay Akın : Öyle değil mi? Çok etkisi var, haklısın. Yani ben bu toplumun bir şair ve yazarıyım. Bu Ülkenin ve de Trabzon’un. Çok güzel söyledin, kültür genlerimde elbette bunların izleri var. Oradan beslendim. Trabzon’un sokakları buralardan renkli ve çarpıcı bence. Hayat orada çok daha farklı ve güzel. Karadeniz fıkralarına hepimiz gülmüyor muyuz? Hayatın kendisi de daha komik orada. Zaten o fıkraları üreten de o insanlar, o zeka. Bu yüzden elbette ki oraların izlerini taşıyorum ben.
ÇOK ÖNEMLİDİR DÜĞME OLMAK O CEKETTE
Mavianne: “Tuncay Terzihanesi” kitabınızda, terzi olan babanızın annenize diktiği üç düğmeli bordo ceketin, ortanca düğmesi olduğunuzu söylüyorsunuz. Ortanca düğme olmak, hayatınızı nasıl şekillendirdi?
Sunay Akın: Bir defa abime üzüldüm, çünkü o hiç insan sıcaklığı tatmadan dünyaya geldi. Bense dünyaya onun sıcaklığının üstünden geldim dünyaya. Bir de kardeşim var 3. düğme onuda kıskanıyorum. Çünkü O, iki insan sıcaklığının üstünden dünyaya geldi.,
Benim babam terziydi ve çocukları daha iyi eğitim alsın diye İstanbul’a göç eden bir terziydi. Bundaki amacı çocuklarının okuması idi. Bunu yaparken babam, yani ailesini Trabzon’dan İstanbul’a göç ettirmeden önce 5 yıl boyunca her yaz bizi 1 aylığına İstanbul’a getirdi, götürdü. Çocuklar İstanbul’u öğrensin tanısın diye. Ve ben 6 yaşında ilk kez İstanbul’u gördüm. Babamın İstanbul’da ailesini götürdüğü ilk yer neresi biliyor musun? Arkeoloji Müzesi. Bunu yapan babam da ilk okul mezunudur. Şimdi düşünsene anneyi, babayı, aileyi. Ne kadar önemli, aslında benim geleceğimi belirliyorlar. Çünkü onlar, Cumhuriyet İnsanları. İşte Türkiye Cumhuriyetinin Vatandaşı olmak budur. Ben, çocukları okusun diye fedakarlık yapan o kuşağın evlatlarıyım. Benim annem ve babam gibi nice anne baba vardı. O dönem, o yıllar öyleydi. Çocuklarımız okusun diye çabalardık. Para kazansın diye değil zengin olsunlar diye değil, okuyup adam olsunlar diye, dünyanın farkına varsınlar diye. Bu yüzden çok önemlidir düğme olmak o cekette.
OYUNCAK ÜRETİLDİĞİ ÇAĞIN TANIĞIDIR, BİLİMİN TARİHİ VAR OYUNCAKTA
Mavianne: Türkiye’nin ilk Oyuncak Müzesi’ni hayata geçirdiniz. Bize Dünya’daki örneklerinden bahsedebilir misiniz? Müze kurma fikri nereden doğdu?
Sunay Akın: Ben 20 yıl önce Almanya’nın Lümberg kentine davetliydim. Orada oyuncak müzesini gezdiğimde çok etkilendim. Sonra şunu fark ettim. Bütün uygar ülkelerin oyuncak müzeleri var. Müzecilikte oyuncak konusu yeni bir buluş. 40-50 yıldır açıldı oyuncak müzeleri. Şunu fark etti insanlık en değerli obje oyuncak. Çünkü, çocuğun elinde verildiği an oyuncak, kırılmaya başlıyor. Oysa resim asıldığı yerde durur. Kolyelerimizi, küpelerimizi saklarız, koruruz. Ama oyuncak, çocuğun eline verildiği an yok olmaya başlamıştır. Ve oyuncak üretildiği çağın tanığıdır, bilimin tarihi var oyuncakta. Düşlerin hayallerin tarihi. Gezdim dünydaki oyuncak müzelerini yıllarca. Gezerken de dedim ki, benim ülkemde de bir oyuncak müzesi olacak mı? Herhalde bunu ben kuracağım. Böylelikle kitaplardan, tek kişilik oyunlardan, televizyon programlarından, kazandığım paralardan oyuncaklar aldım, hala da alıyorum ve dünyanın en iyi oyuncak müzesinden birine sahibiz. 100 tane oyuncak müzesinin arasında biz ilk 5 teyiz.
Mavianne: Ne mutlu bize ki, sizin sayenizde bir oyuncak müzemiz oldu.
Sunay Akın: Hayır hayır bunu birlikte yaptık. Bir defa Türkçe olmasaydı bu toplum olmasaydı, bu duyarlı toplum olmasaydı ben, oyuncak müzemiz olması gerekir duyarlılığına yetişemezdim. Dolayısıyla bir Sunay Akın önemli değil burada. Bunu biz yaptık, bunu yapanın kim olduğu hiç önemli değil.
HAYAT BİR SATRANÇ OYUNU
Mavianne: Birçok okulda söyleşi yapıyorsunuz. Çocuklar ve gençlerin anlattıklarınıza yaklaşımı ve tepkisi nasıl oluyor?
Sunay Akın: Mükemmel ! Ben okullara da gidiyorum, sivil toplum örgütlerine de hapishanelere de. Harika ! Çünkü ben, onlara birer satranç oyuncususunuz diyorum. Dama oynamayın hayat bir satranç oyunu. Hamle yapın, görün oyunu. İnsanlık için, bütün dünyanız için, daha huzurlu bir gelecek için hamle yapın. Bunun için bu okuldasınız diyorum. Sabah servis kapıya geldi diye okula gelmeyin, bunun için gelen bir defa gelmesin diyorum. Öğretmen not verecek diye gelen, bir daha gelmesin diyorum. Gitsin O, mutluluğu başka yerde arasın. Ama, aydınlanmak için gelen, karanlığa ışık tutmak için gelenler o zaman, siz beni dinleyin diyorum başlıyorum.
DOĞRU TAŞI OYNAYARAK HAMLEMİ YAPTIM
Mavianne: Sizin de pek çok şair gibi İstanbul’a aşık olduğunuzu düşünüyorum. Bir röportajınızda; “İstanbul bilfiil satranç oyunu; taşlar durmadan hareket etmiş, yerleri değişmiş, daha önce bu satranç oyununda yapılan hamlelerin ne olduğunu öğrenmek adına, geçmişe dönük çalışmalarım var. Bugünkü İstanbul’la hesaplaşmam yok ama daha pek çok hamleler var.” diyorsunuz. Bu satranç oyununda hangi hamledesiniz?
Sunay Akın: Önemli olan doğru taşı oynamak ben hamlemi yaptım. Tarihi eserler müze olmalı dedim. 1992 yılında Kız Kulesini bir satranç taşı olarak ortaya çıkardım ve dedim ki, tarihi eserler müze olmalı, Kız Kulesi Şiir Cumhuriyeti olsun. Bana karşı çıkan, benimle alay etmeye çalışanlar, şair ve yazarlar oldu daha çok, biliyor musun? O yıllarda 1992 yıllarında İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezinde büyük şiir toplantısı düzenleniyordu. Şairler orada şiir okunuyordu. İstanbul’un tarihi mekanları var orada şiir okuyalım diyordum. Bana karşı çıkanlar 15 yıl sonra aynısını yapmaya başladılar. Demek aramızda bir 15 yıl var.
KIZ KULESİ ŞİİR CUMHURİYETİ
Mavianne: 1992 yılından hatıra kalan “Kız Kulesi Şiir Cumhuriyeti”ni bugün de hayata geçirmek için girişimleriniz var mı?
Sunay Akın: Var, bütün umudum bütün amacım o. Bu yüzden İstanbul Oyuncak müzesini yaşatmak ayakta tutmak istiyorum. Tarihi eserlerimiz, müzelerimiz olmalı, hafızaya belleğe ihtiyacımız var. Bunu çoğaltmak istiyorum şimdi. Bütün tarihi eserlerde gözüm var benim. Hepsini müze yağacağım ki, bir arada yaşayalım, öğrenelim, doğamızı koruyalım. Bugün televizyonlarda, doğayı koruma programları var, çevreci programlar var, yeşil ekranlar var. Doğayı koruyamıyoruz neden? Çünkü, bir toplumda korumacı anlayış müzelerde gelişir. Müzeleri olan toplumlarda korumacılık gelişir. Oradan doğar bu değerler. Müzeler yoksa koruyamazsın tarihini doğanı hiçbir şeyini. Ne dilini, ne doğanı ne kentini. Koruyamıyoruz çünkü müzelerimiz eksik, yok. Bunu haykırıyorum şimdi. Doğru hamle doğru taş bunlar bunu haykırıyorum işte . Müzeleri olan toplumlarda okuma aşkı sevgisi belirir. Öğrenme arzusu artar, bunu anlatmalıyım, birisi bunu yapmalı. Birisi bu hamleyi yapmalı, benim bütün hamlelerim artık bu yönde. Demokrasi istiyorsak, bir arada yaşamak istiyorsak, bir arada yaşama kültürümüzün bozulmamasını güçlenmesini istiyorsak, müzelere ihtiyacımız var.
ÇOK SEVİYORUM ZÜRAFALARI
Mavianne: “İstanbul’da Bir Zürafa” romanınız olduğu gibi Oyuncak Müzesinin bahçesinde de bir zürafanın bulunduğunu biliyoruz. Neden Zürafa? Zürafa’yı böyle özel yapan noktayı sizden dinleyebilir miyiz?
Sunay Akın: Çok seviyorum zürafaları. Şöyle bir kitap okumuştum. Çocukların Tanrıya Yazdığı Mektuplar diye. Orada bir çocuk, Tanrıya şunları söylemiş. “Tanrım siz bu zürafayı ciddi olarak mı yarattınız yoksa neşeli bir gününüzde miydiniz ?” Çok güzel bir hayvan zürafa çok etkilenirim çocukluğumdan beri. İstanbul’da Bir Zürafa kitabımda zürafanın tarihini anlattım, İstanbul’a armağan edilişini. Mehmet Münif Paşa vardı 100 yıl önce yaşayan çok büyük bir münevver, entelektüeldi. Zürafayı konağının bahçesine koymuş 100 yıl önce. İşte Mehmet Münif Paşanın Konağı’nın olduğu yerde, İstanbul Oyuncak Müzesi. O, 1 zürafayı heykeli koydu ya, ben 3 zürafa heykeli koydum oraya, 2 hamle daha yaptım fazladan. Zürafaları çok seviyorum. Zerafet sözcüğü de oradan gelir zaten.
RÖPORTAJ; 17.11.2008