“Geri Dönüşüm Kutusu Resimleri” adını alan sergide, sanatçı Erdinç Ünlü 2007-2008’de gerçekleştirdiği eserlerini, 15 Mayıs’a kadar Ankara Turkuvaz Sanat Galerisi’nde izleyebilirsiniz.
Sanatçı, sergi açılışında yaptığımız röportajda; resimlerini topluma sergilemenin, üretmekten daha zor olduğu itirafında bulundu.
Ressamın her bir tablo üzerindeki yorumunu ve duygusunu sanat severlerle paylaşmanın da önemine ve güzelliğine de vurgu yaptı.
Resimlerinizde tema olarak kadın bedenini kullanıyorsunuz, aynı tuval üzerinde farklı estetik anlayışları kullanarak tamamladığınız eserlerinizin çarpıcı bir tarzı var. Hangi düşünce ve sanat akımları ya da felsefe sanatınızın gelişiminde öne çıkmıştır. Erdinç Ünlü sanata nereden ve nasıl bakıyor?
Aslında tema kadın bedeni değil ,insan bedeni. Erkek vücutları boyadığım resimler de var. Bunun salt cinsel etkinlik içeren kalıplarla algılanması beni üzüyor. Bir elmaya her zaman onu yemek iştahıyla bakmamalıyız. Elmanın ne kadar güzel göründüğünü anlamayanlar insan bedeninin güzelliğine de tek bir noktadan yaklaşırlar. Bu anlayışı eleştirmek için resimlerimden birine “Ayıp Natürmort” adını verdim.
Artık akımlardan bahsetmek zorlaştı. Havada kelebek gibi uçuşuyorlar. Bir tanesini yakalayıp “Hmmm bunu beğendim, ben bundanım” denilen dönemler modernist anlayışla birlikte tarihe gömüldü. Sanatçı olarak yapmamız gereken şey aslında sanatın kendisi kadar eski: içimize bakmak ve orada gördüklerimizden korkmamak.
2007-2008’de gerçekleştirdiğiniz eserleri “Geri Dönüşüm Kutusu” adını verdiğiniz bu sergide topluyorsunuz. Geri Dönüşüm Kutusu, bilgisayarımızda silmek istediklerimizin depolandığı yer. Sergiye bu ismi vermenizin özel bir nedeni var mı?
Geri Dönüşüm Kutusu’nun asıl özelliği silmek istediklerimizi emin olana kadar bekletmesi ve gündemimizden düşürmesi. Hepimizin oradan geri çağırdığı bir kaç dosyamız olmuştur mutlaka. Bu sergi sembolik olarak, resim sanatının gündemden düşmüş bazı değerlerini özlediğimizi hatırlatıyor. En azından ben özlüyorum. Resim gibi resim yapmayı seviyorum. Yani önce ressam, sonra sanatçıyım. Bunun tersi söylemler son zamanlarda çok trendy. Önce sanatçı, sonra her ne iseler onu olmaya çalışıyor insanlar.
Günümüzde izleyici olarak çok sayıda görüntü ve sesle karşı karşıya kalıyoruz. Sanat ortamına da baktığımızda hızlı bir üretim ve tüketim ile karşı karşıyayız. Bugünün sanatı hakkında düşünceleriniz nelerdir ve bu bağlamda kendi çalışmalarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunuz benim sanat anlayışımı oluşturan çok önemli bir gerçekliğe dikkat çekiyor. Gerçekten çok fazla imge ve ses bombardımanı altında yaşıyoruz. Öyle çok miktarda güzellik üretiliyor ve bunlardan o kadar çabuk haberdar oluyoruz ki ruhumuz kösele gibi oldu. Ben çocukken ilk kez yağlıboya bir tablo gördüğümde kalbim patlayacak gibi heyecanlanmıştım. Şimdi dilediğiniz anda internete girip yeryüzünde üretilen milyonlarca sanat eserine sanal da olsa ulaşabiliyorsunuz. Bir klip izlerken 3 dakika içinde üzerinde titizlikle çalışılmış çok kaliteli yüzlerce imgeyle muhatap oluyorsunuz. Hızlı tüketim alışkanlıklarının sanata yansımasını hicveden bir sergi gerçekleştirmiştim iki sene önce. Serginin adı “Açık Büfe “ idi. Farklı tarzlarda çalışılmış aynı boyda150 adet küçük tuvalden oluşan yarı-kavramsal bir sergiydi. Bu 150 tuvalden diledikleri 5 tanesini seçip kendi setlerini oluşturmalarını istedim sergiyi gezenlerden. Hiçbiri tek başına işin içinden çıkamadı. Hepsi bana geldi ve birlikte oluşturduk setleri. Sunulanı kabul etmekle sunulanı belirlemek arasındaki farka dikkat çekmek istemiştim.
Türkiye’de insanların, özellikle de gençlerin “sanatı algılayışını” ve “hayatlarına uygulayışını” nasıl buluyorsunuz? Sanat bizim için nasıl ve ne zaman bir “ihtiyaç” haline gelecek? Siz bundan umutlu musunuz?
Sanat her toplum için zaruri bir ihtiyaçtır zaten. Üst yapıyı değişime ve gelişime zorlayan en önemli mekanizmadır. Doğası gereği sorgulayıcıdır ve muhaliftir. Ciddi bir dip dalgasıdır. O yüzden iktidarın ve bazen muhalefetin bile tepkisine maruz kalır.
Ressamlık bir meslek olarak mı benimsenmeli ya da ek bir uğraş mı olmalı? Gençlere ve resim meraklılarına bu yöndeki tavsiyeleriniz neler olabilir?
Bu can alıcı bir soru. Bir sanat-edebiyat dergisinde “Hafif Sanat Sohbetleri” adını verdiğim köşemde yazılar yazdım bir süre. Bu yazılarda hep savunduğum şey, sanatın ve felsefenin aslında insandan kaynaklanan bir sıcaklık barındırdığı ve herkesin, tanıdığı-sevdiği insanlarla yapacağı hafif ama doğru sohbetlerle en ağır sanatsal ve felsefi sorunlar hakkında fikirler geliştirebileceği idi. Bu geliştirilen fikirlerin sosyal ve/veya ekonomik açıdan kendisine ve/veya topluma getirisi olacağını düşünen insanlar sanatçı ya da filozof oluyorlar zaten. Ama süreç bununla bitmiyor elbet. Hep yapılan bir espri vardır: “Sanatçı olmanın ilk yirmi yılı çok zordur” diye. Az önce bahsettiğim, entelektüel süreç.. Sonra teknik süreç başlıyor. Yani geliştirdiğiniz fikirleri diğer insanlara aktarabilmeniz için öğrenmeniz gereken şeyler. Yani maviyle sarıyı karıştırarak mor elde edemezsiniz, bezir yağıyla doyurduğunuz zemine suluboya resim yapamazsınız…gibi. Bu arada yoğurdun aslında beyaz olmadığını da öğreniyorsunuz. Bunları öğrenip sanatınızı sizce doğru olarak icra ettikten sonra sosyal süreç başlar ki bu, sanat tarihinde bir çok ustayı alabildiğine hırpalamış, ve hatta bazılarını ölümün-intiharın eşiğine getirmiş (sıradan örnek Van Gogh) en acımasız süreçtir. Yani: eserinizi hangi şartlar altında kime sunacaksınız? Eseriniz kime/neye hizmet edecek? Siz ne kazanacaksınız? Kazanacağınız maddi-manevi her ne ise üretmeye devam etmeniz için, sahip olduğunuz minimum yaşam şartlarını sürdürmenizi sağlayacak mı? Sağlamaz ise sizde devam edecek yürek var mı? Bu son soru gençlere idi. O yüreği sürekli upgrade etmeleri gerektiğini de en iyi onlar bilir. Bu arada rahmetle andığım öğreticim Özer Kabaş’ın söylediği gibi “profesyonellikten korkmayın”. Benim ekleyeceğim şu ki: Profesyonellikten sadece amatörler korkar.
Eşiniz Sumru Yavrucuk ünlü bir tiyatro sanatçısı. Ressam ve oyuncu olarak aynı evi paylaşmak, sizlere sanatınız açısından neler katıyor?
Sumru az önce bahsettiğim üç süreci güçlü kişiliği, tutkusu ve inadıyla devirip gitmiş zaten…artık olgunluk sürecinde (bu, yukarıda bahsetmediğim “bonus” süreç ki herkese nasip olmaz diye es-geçtim). Ben ona ne kattım bilmiyorum ama kendisini tanıdıktan sonra üretimim dörde katlandı diyebilirim istatistik olarak.
Yakın zamanda gerçekleştireceğiniz projelere dair bilgi verebilir misiniz?
Her sergime, öncekinden bir tortu, sonrakinden bir umut eklemeyi ilke edindim. Bunu sergilerimi izleyenler algılayabilir. Son bahsetmek istediğim konu şu ki, zaten ne sizin sorularınızda ne de benim sözlerimde adı geçen “yetenek”. Yetenek adını verdiğimiz fenomen sanatta illa ki olması gereken bir şey değil. Rönesans’tan bu yana yeteneğin yerini “akıl” aldı. İstisnalara kafayı takmamak gerek. Sanatla ilgilenen herkesin en kötü ihtimalle “kaliteli insan” olacağı kesin.
RÖPORTAJ;NİSAN 2008