Nurten Yiğit Tartaç’ın ilk romanı “Sığırcık Zamanı” Karina Yayınevinden 2021 Aralık ayında yayımlandı. Kendini bildi bileli şiir ve öykü karalamaları yapan yazar, meslek hayatına son verip emekli olduktan sonra 2009 yılında blog yazmaya başlıyor ve yazarlığa adımını, nam-ı diğer “Çınar” olarak atıyor.
DÜNYAYI İÇİNE SIĞDIRACAK KADAR KOCAMAN BİR KALBE SAHİBİM
“Kuşa, çiçeğe, dağa taşa, rüzgara, yağmura, kara fırtınaya kısaca hayata dair her şeye tutkuyla bağlıyım. Bir de yazmaya” diyorsunuz blog sayfanızda kendinizi tanıtırken. Doğuştan gelen bir bağlılık ve sevgi mi sizinki?
Evet hiç abartısız ben doğadaki her şeye tutkuyla bağlıyım. Herkesin böyle olduğunu sanırdım. Tâ ki zaman içerisinde bir ağaç, bir çiçek, ya da ilginç şekli olan bir kaya, ne bileyim işte farklı olan ve beni büyüleyen canlı cansız bir nesne karşısında yakınımdakilerin aynı heyecan ve coşkuyu hissetmediklerini gördüğümde anladım ki ben biraz farklıyım. Her şeye rağmen sevmekten vazgeçmediğim için ve dünyayı içine sığdıracak kadar kocaman bir kalbe sahip olduğum için binlerce şükrediyorum Yaradan’a.
Minicik bir çocukken bir serçenin kendi isteğiyle gelip elime konmasını, ona zarar vermeyeceğimi anlamasını, benimle konuşmasını istediğimi hatırlıyorum. Sahiden de hiç abartmıyor muşum…
Ve evet bir de yazmaya tutkuluyum. Ama ilk genç kızlık zamanlarımda yazıp yazıp, sonradan yırtıp atardım biri görecek yanlış anlaşılacak diye.
SIĞIRCIK ZAMANI
Sığırcık Zamanı’nda kendi ailenizin hayatını anlatıyorsunuz değil mi? Sizin biyografiniz diyebilir miyiz, gerçi Meral’in Mehmet ile tanışma hikayesi ve sonraki yaşamından bahsetmemişsiniz. Devam romanı gelecek mi?
Sığırcık Zamanı’na ne kadar benim biyografim diyebiliriz bilemiyorum. Daha doğrusu Meral’in biyografisi. Dikkat ederseniz romanda Meral’in çocukluğu, anne-babası, kendisi ve kardeşleri, özellikle de Levent etrafında dönüyor olaylar/yaşanmışlıklar.
Meral’in evlendikten sonraki yaşamı yani çekirdek ailesiyle ilgili neredeyse hiçbir şey yok romanda. Annem babam kardeşlerimle olan yaşantımı anlatıyorum. Özellikle böyle yazdım. Sadece Mehmet’ten ara sıra bahsediliyor, o da Meral’in annesi ve kardeşiyle ilgili sorunlarında Mehmet’in Meral’e verdiği destek ve fedakarlıklarına vurgu açısından.
“Sığırcık Zamanı” isminin bir hikayesi var mı anlatmak ister misiniz?
ROMAN YAZMA FİKRİ BLOG YAZMAMLA GELİŞTİ
Çoğu kişi “hayatım roman olur” der, sizin ki gerçekten roman olmuş. Nasıl doğdu bu romanı yazma fikri?
Aslına bakarsanız bu romanı yazmak daha doğrusu bir roman yazmak fikri ne zaman doğdu tam olarak bilemeyeceğim. Ama blog yazmaya başladıktan sonra zaman içinde gelişti diyebiliriz.
Blog yazmaya başlamak ise, çok sevdiğim bir arkadaşımın, annemi kaybetmenin ve o sürecin bende yarattığı depremi atlatabilmem için yapabileceğim en iyi şeyin yazmak olduğunu söylemesi ve bana ÇINAR blogumu açmasıyla başladı. Böylece tamamen yabancı bir dünya olan sanal alemde yazmak, bir roman yazmak fikrinin doğmasına başlangıç oldu sanırım.
Blogta yazmaya başlayana kadar doğrusunu isterseniz, bırakın yazmayı o dönemde yaşadıklarımın bahsini açmak bile ağır geliyordu. Yazmak bana iyi geldi.
BABAM BENİ ALNIMDAN ÖPERDİ YÜZÜNE YAYILAN GURURLU GÜLÜŞÜYLE
Romanı anne ve babanıza ithaf ediyorsunuz. Onların bu romanı okuma şansı olsaydı nasıl bir geri dönüş alırdınız sizce?
Ah! Bunu hayal etmek bile çok güzel. Sanırım annem ve babam kendi isimlerini kitabın başında görmekten çok mutlu olurlardı. Hatta babamın gülüşü geldi şimdi gözlerimin önüne. Beni alnımdan öperdi herhalde, yüzüne yayılan gururlu gülüşüyle. (Beni hep alnımdan öperdi.) Annem bir çırpıda kitabı okur hatalarımı söylerdi sanırım önce. O bir kitap kurduydu.
ZOR BİR HAYATIN İÇİNDEYSENİZ HAYALLERİNİZİ KAYBETMEK, ÇOCUK RUHUNUZA VEDA ETMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ
Çok etkilendiğim bir önsöz ile başlıyorsunuz romana. “Birçok mucize gerçekleşmektedir oysa yaşamımızda, her gün biz farkında olmadan, değerini bilmeden….” diye devam eden ve bizim rutinimizin engelliler için bir mucize olduğunu söylüyorsunuz. Sizin hayatınızı nasıl şekillendirdi bu deneyimlerle yaşamak?
Engelliler için mucize olan birçok rutinimizin farkında bile olmadan, üstelik sürekli bir şeylerden şikayet ederek yaşarken ne kadar şanslı olduğumuz da hiç aklımıza gelmez.
Bu deneyimlerle yaşamanın hayatımı nasıl şekillendirdiğini üç beş cümleye sığdırmam mümkün değil. Aslında romanda zaman zaman anlatıyorum bunu.
Ama kısaca şöyle anlatabilirim. Zor bir hayatın içindeyseniz çok erken olgunlaşıyorsunuz bir kere. Bu hayallerinizi kaybetmek, çocuk ruhunuza veda etmek zorunda olduğunuz anlamına gelmiyor, romanda Meral’in hayal dünyasında nasıl mutlu olduğunu görüyoruz
Bir de sanırım benim ailemdeki bireyler kolay teslim olmayan, tıpkı benim gibi yaşamı seven insanlardı. Farklı (Özel) bir evlatları vardı ama bunun için dövünüp, kahretmek yerine kabullenmek, ilgi ve sevgiyle ne yapacaklarına odaklanmak gerektiğinin bilincindeydiler.
Ha! Bir de, bu bana özgü bir hayat felsefesi midir, yoksa yaşadıklarımdan edindiğim deneyimin katkısıyla mıdır bilmem ama hayatın, zaman içinde düzelebilecek zorluklarını çok da dert edinmem kendime. Paraymış, pulmuş, işinden olmuşsun, az olmuş çok gitmiş, onda varmış sende yokmuş gerçekten de fazla önemli değildir bence. Bu yönüyle düşündüğümde görüyorum ki biraz Pollyannacılık bile katmış olabilir böylesi bir hayattan çıkmış olmak bana.
50’li, 60’lı yıllar ile günümüz arasında gel gitler yapıyor roman kahramanımız Meral. Yazarken en çok zorlandığınız kısım hangi dönem oldu?
Yazarken en çok zorlandığım kısım tam da günümüz olaylarını ve siyasetini yazarken oldu. Nasıl yazarsam kimin tekerine çomak sokmuş olurum diye çok düşündüm ve nalına da mıhına da dokundurmanın en doğrusu olacağına karar verdim.
“İÇİNİN ZEHRİNİ AKITMAK” TERAPİ GİBİ OLUYOR
Hasta refakatçilerinden bahsettiğiniz bir kısımdaki cümleniz düşündürücüydü. “Bazı insanlar acılardan besleniyor, böylece yenilenip hayat buluyor” öyle mi gerçekten de insan acılarını anlattıkça yenilenip, güçlenebilir mi?
Sanırım bazı insanlar için bu böyle. “İçinin zehrini akıtmak” diye bir deyiş vardır ya… Belki de yaşanan onca acının bir başkasına anlatılması terapi gibi oluyor bazıları için. Doğru olabilir. Derdinizi sıkıntınızı anlatırsınız karşınızdakine ve karşınızdaki öyle bir anlatmaya başlar ki, kendi derdinize şükretmek gelir içinizden. Bu, oh! Ne güzel! Onun derdi daha çokmuş ben niye üzüleyim ki demek anlamına gelmez elbette. Başka insanların da benzer ya da daha büyük sıkıntılarının var olduğunu bilmek, yalnız olmadığınız anlamına gelir. Birçok insan katlanmak, direnmek ve böylece gücünü yenilemek için paylaşmak ihtiyacı duyabilir.
Siz de roman kahramanınız Meral gibi dünya başına yıkılmışçasına en diplerde yaşarken, üzüntünüzden bir o kadar da çabuk sıyrılabiliyor musunuz?
Evet ben de Meral gibi üzüntümü dünya başıma yıkılmışçasına diplerde yaşar ama bir o kadar da kolay sıyrılabilirim. Bir kuşun ötüşü bile buna neden olabilir. Tabii bu ağır travmalar yaşasam bile böyle olurum anlamına gelmiyor. Bazı üzüntüler vardır ki, siz yaşadıkça içinizde derin bir yara olarak kalır. Yalnızca onunla yaşamaya alışırsınız.
AĞIR ENGELİLER İÇİN BAKIM EVLERİ OLMALI
ANA BABALAR BİR NEBZE DİNLENEBİLSİN
“Spastik ve zihinsel engelli çocukları olan anne babanın en büyük korkusu, kendileri bu alemden göçtükten sonra yavrularına ne olacağı sorusu oluyor” diyorsunuz. Bu soruyla yaşamanın ağırlığını yüreğimde hissettim okurken bu satırları. Söylediğiniz gibi bunun sosyal devletin görevi olması gerekiyor. Günümüzde bu ailelere yardım elini uzatacak, onların hayatını kolaylaştıracak bir yer var mı?
Engelli anne babası yaşarken onları bir parça rahatlatmak adına çalışan bir kurum olduğunu sanmıyorum. Kitapta da bahsettiğim gibi öğrenebilir düzeyde ve hareketleri başkasına ihtiyaç duymayacak düzeyde engeli olanlar için özel eğitim kurumları var ama o kurumların kabul etmediği daha ağır engelliler için öyle bir kurum yok bildiğim kadarıyla.
Asıl olansa ağır engeliler için bakım evlerinin olması olmalıdır ki, anne baba sağken onların dinlenmeleri sağlanabilsin.
“Kırmızı rugan ayakkabılar” benim de olduğu gibi, her kız çocuğunun rüyasıydı bir zamanlar sanırım. Meral de bu ayakkabıların rengini ve ona yaşattığı duyguları hiç unutmamış. Çocukluk anıları ne kadar büyük iz bırakıyor değil mi insan hayatında?
Evet. Bunun nedeni çocukluktaki saflığa özlem belki de.
HAYDİ GEL ESKİYE DÖNELİM DESEK KİM KABUL EDER ?
Günümüzde telekomünikasyon çok gelişti, PTT yıllarından bahsettiğiniz sayfaları gülümseyerek okudum. “Alo! Kayseri çekil aradan” Her şeyin daha konforlu olduğu günümüzü o zamanlarla kıyasladığınızda neler söylemek istersiniz?
Hep söylendiği gibi, eskiden daha samimi ve aynı mahallede herkesin herkesi tanıdığı iç içe yaşamlar olmasına özlem duyuyoruz sadece belki de, yoksa her istediğimiz şeyi anında elimizin altında bulduğumuz şimdiki zamanı değiştirelim, haydi gel eskiye dönelim desek kim kabul eder bunu bilmiyorum. Keşke elimizdeki teknolojiden yeterince ve gereğince faydalanmayı bilsek ama aynı zamanda insani değerleri de ihmal etmiyor olsak.
HALA BİR NEHRİN İÇİNDE MİNİCİK BİR YAPRAĞIM
Bloğunuzda “bir nehrin içinde minicik bir yaprağım. Bıraktım kendimi akışına, bakalım nerede son bulacak bu mecburi yolculuk ve hangi duraklarda soluklanacak, hangi dalgalarla boğuşacağım çağlayana varmadan önce?” diye soruyorsunuz. Şimdilik vardığınız noktadan memnun musunuz?
Hala bir nehrin içinde minicik bir yaprağım. Hepimiz öyle değil miyiz? Hayatın akışını ne dereceye kadar değiştirebiliyoruz ki?
Hayattan çok beklentim olmadı, dolayısıyla genelde içinde bulunduğum şartlardan memnun yaşadım. Şartlara uydurdum kendimi diyebiliriz. Şu anda da nehrin sakin akan, kendimce olmak istediğim yerinde, huzurla salınıyorum nehrin akışı yönünde. Ama kim bilebilir ki; ne zaman şiddetli bir yağmur yağacak, yağmur suları nehre karışacak, nehirde akış hızlanacak ve kendimi çağlayanda bulacağım..? O gün gelene kadar mümkün olduğunca hayatın her anından keyif alarak yaşamaya devam.
Çok teşekkür ediyorum bu güzel söyleşi için. Kitabınız bol okurlu olsun, umarım bu hayat hikayesi toplumda da bir farkındalık yaratır.