Anıl Can Uğuz’un, “Kalbimde Çivilerle Uyumuş Gibiyim” ve “Aynadaki Masallar” dan sonra; Metinlerarası Kitap’tan 2024 yılı Haziran ayında yayımlanan üçüncü romanı, “Unutmanın İcadı” Ocak 2025’te 3. Baskısını yaptı.
Unutmanın İcadı, dil ve bellek konularını merkeze alarak tersten bir evrim sürecini anlatıyor. “Unutmanın İcadı’nı asla unutamayacaksınız!
Çünkü unutmak, hatırlamanın ilk şartıdır.”
Roman bizi büyülü bir gerçekliğe götürüyor. Kitabın sonuna eklenen gazete haberleriyle okuduğunuz romanın gerçekliğini sorguluyor buluyorsunuz kendinizi. Şiirsel uzun cümleler Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunu olan yazarın usta dilini apaçık ortaya koyuyor.
Romanın arka kapağından; Uzak bir adada başlayan unutma hastalığı, herkesi yavaş yavaş içine çeker. Kendilerine özgü tuhaf âdetlerle yaşayıp giden adalılar; geçmişi, yüzleri, isimleri, eşyayı, yürümeyi, zamanı ve en son da konuşmayı unuturlar. Durumdan haberdar olan devlet, adalıları eski hâline getirmesi için bir dilbilimciyi görevlendirir.
İnsan nasıl hatırlar ki? Neyi hatırlar? Anılar ve olanlar nerede birikip saklarlar kendilerini de sonra istendiği zaman çıkıp çıkıp gelirler saklandıkları yerden? Geçmiş denen ve artık olmayan şey, ne olur da hâlâ var gibi davranıp aldatır bizi? İnsan her şeyi unutursa geçmiş de yok olup gider mi yoksa oralarda bir yerlerde onu hatırlamamız için bizi mi bekler?
ÖDÜL ALMAK BENİ MOTİVE ETTİ

Anıl Can Uğuz kimdir, nasıl bir ailede büyüdü? Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben taşrada büyüdüm. Dört kişilik bir aileyiz. Ailenin okuryazarı hep bendim. Çocukluğumdan beri sürekli kitaplarla haşır neşirim. Gerçeklerden bir nebze kaçmak için hep hikâyelere sığındım diyebilirim. Bu kaçış daha sonra o hikâyeleri yazmaya evrildi. Liseden beri sürekli bir şeyler karalıyorum. Etrafımda daima yazacak bir hikâye arıyorum. Gerçekten de her yerde, her konuşmada, kafedeki yan masada, bir devlet dairesinde, bir esnaf pazarlığında muhakkak yazmaya değecek bir şeyler oluyor. Etrafımda akıp giden hayatı, elimden geldiğince yazıya aktarmak amacıyla gözlemliyorum aslında.
“Kalbimde Çivilerle Uyumuş Gibiyim” romanınızın Atilla İlhan İlk Roman ödülü almasını bekliyor muydunuz, bu ödül yazma serüveninizi nasıl etkiledi?
Tek göz bir öğrenci evinde o romanı yazarken, ödül alacağını tahmin etmiyordum elbette. Ama yazdıklarımın çok gerçek olduğunu, her insanın yazdığım durumları, duyguları, çatışmaları bir şekilde deneyimlediğini biliyordum. Bu gerçeklik, zaten kitabı ödüle götüren yolu açtı bence. Ödül aldıktan sonra kesinlikle daha ciddiye alınıyorsunuz. Kitaba karşı bir merak büyüyor. Yazma serüvenim, bu ödülden sonra daha şevkli devam etti diyebilirim. Yazdıklarımın bir karşılığı olduğunu belgeli bir şekilde görmek, beni oldukça motive ediyor.
GENÇ BİR YAZAR OLMANIN HANDİKAPLARINI YAŞADIM
Genç bir yazar olarak hangi zorluklarla karşılaştınız, en büyük destekçiniz bu süreçte kimler oldu?
İlk kitabımı yayımlatma aşamasında “genç” bir yazar olmanın handikaplarını çokça yaşadım. Çünkü, 20 yaşındaki bir insan ne yaşamış olabilir ki, gibi bir düşünce ister istemez var. Hele bu 20 yaşındaki insanın yazdıklarını okura sunacak olmak, yayınevlerinin çok da almak istemeyeceği bir risk. Haklılar da. Ama bu zorluğu inadım sayesinde bir şekilde aştım. Kabul almadıkça pes edebilirdim, ancak yazdığım şeyin bir önceki soruda da anlattığım gibi gerçek olduğunu bir yanımla çok iyi biliyordum. Onun için zorlamaya devam ettim. Bu süreçte bana en çok destek olan şey, sabrımdır diyebilirim yani.
ROMANIN POLİTİK SESİ OLMALI
Romanı; “öldürülen gençlere, öldürülen kadınlara, yoksulluklara, yaşanamayan hayatlara ve unutmayacağımız her ne varsa onlara…” ithaf ediyorsunuz. Toplumsal olaylara karşı yeterince ses çıkarabiliyor muyuz, ne dersiniz?
Romanın politik bir sesi olmasını en baştan beri istiyordum. Çünkü, toplumsal meselelere ses çıkarmayan, ucundan da olsa yaşadıklarımızdan bahsetmeyen bir anlatı, kendi fanusunda sıkışıp kalan kelimelere dönüşüyor bence. Ülkemizde bundan kaçınmak mümkün değil. Bir eser, toplumu dönüştürme görevini yerine getirmiyorsa maalesef benim için edebiyat parçalamanın ötesine geçemiyor. Bunu, sanat toplum içindir, gibi bir bakışla söylemiyorum. Sadece maruz kaldığımız kötülüklere ses çıkarmak, her yazarın az da olsa bir görevidir diye düşünüyorum. Toplum olarak böyle sindirildiğimiz bir çağda, romanlar da olan bitene karşı çıkmayacaksa kim yapacak ki bunu başka?
“Unutmanın İcadı”nın kaç aylık bir çalışmanın ürünü; kurgusu, yazma süreci, yayımlanması?
Bu romanı tamamlamam yaklaşık 4 sene sürdü. Araştırma aşaması, roman akışının çizilmesi ve yayıma hazır hale gelmesi gerçekten çok uzun sürüyor. Tam olarak içime sinene kadar da dosyayı kapatamadığım için, bu sürenin makul olduğunu düşünüyorum.
“Evin orasına burasına dağıldılar kopmuş bir tesbih gibi.” “Odanın içi dinlendi sanki ışık kapanınca.” “Gece, heceleniyormuş gibi parça parça adanın üstüne düşüyordu.” Yazarken birden mi geliyor aklınıza bu şairane cümleler?
Ben bir şeyler yazmaya şiirle başladım. Var olan gerçekliği dönüştürerek başka bir şekilde anlatabilmek şairliğin alametifarikası. Gördüğüm bir durumu, nasıl başka bir gerçekliğe uyarlayabilirim diye düşünürüm çoğu zaman. Kopan bir tesbih gördüğümde, bunu odalarına çekilen insanlara benzetebileceğim aklıma gelir ve hemen not alırım. Kitaptaki bu tarz benzetmeler, yıllardır biriktirdiğim küçük notların toplamı aslında.

FİLMLERDEKİ PLAN SEKANSLARA BENZEYEN BİR ANLATI
“Unutmanın Feyza’dan yayıldığını, ilk, kardeşleriyle Şadiye’ye bulaştığı, Hamdi Hoca’ya gittiklerini,……” diye devam eden bu cümle 121. Sayfanın tamamını kapsıyor. Uzun cümlelerinizi çok sevdim, düşünülerek mi kuruldu bu cümleler, yoksa içinizden geldiği gibi mi yazdınız? Herhangi bir yazım tekniğiyse edebiyattaki yerini anlatabilir misiniz?
Bir okur olarak benim çok hoşuma giden bir teknik bu. Türkçe, bu tarz uzun cümleler kurmaya çok müsait bir dil. Önce kesik kesik yazıyorum bu cümleleri. Ardından birbirlerine nasıl bağlayabileceğimi düşünerek hepsini birbirine sokuyorum ve akıp giden, filmlerdeki plan sekanslara benzeyen bir anlatı ortaya çıkarıyorum. Bu sayede hikâye gerçek zamanla bağını koparmadan usulca akıp gidebiliyor.
BİLİMSEL ALT METİN SÖZ-YAZI KARŞITLIĞINI BESLEDİ
“Hayatın en gerekli nimeti olarak düşündüğümüz bellek, yok olup gitmişti.” Roman için gözlemleriniz oldu sanırım, Demans Alzheimer hastalıkları son zamanlarda artmış durumda ister istemez insan bunu sorguluyor. Roman, edebiyat çevrelerinde nasıl yorumlandı, okurlardan nasıl geri dönüşler aldınız?
Roman için bu hastalıklarla ilgili çokça kitap ve makale okudum. Anlattığım şeyin bilimsel temelini es geçmek istemedim çünkü. Her ne kadar masalsı bir anlatı olsa da bu anlatının içine bilimsel bir alt metin yerleştirmek, kitabın merkezindeki söz-yazı karşıtlığını da besledi. Okuyucuların bu kontrastı beğendiğini işitiyorum. Herkes, ilginç bir konu olduğunu söylüyor. Böyle geri bildirimler almak, yazdığım kitabın beğenilmesi elbette çok mutlu ediyor beni.
Yolunuz açık olsun, çok okuru olsun romanlarınız Ankara’ya imza gününe bekleriz sizi.
Bu güzel sorular için çok teşekkür ederim.
