Tümü

    Ayşe Kulin ile “Kanadı Kırık Kuşlar”

    Ayşe Kulin çocukluğunun geçtiği Ankara’da, son romanı “Kanadı Kırık Kuşlar”ın imza gününde okurları ile buluştu.

    Cumartesi günü D&R’da, Pazar günü 14:00’da Ada Kitabevinde, 17:00’da da Arkadaş Kitabevinde gerçekleşen imza gününde yoğun ilgi ve sevgi ile karşılanan yazar ile bir röportaj gerçekleştirdik. Yedi saat boyunca imza atan yazar gösterilen ilgiden memnun ancak çok da yorgundu Ankara‘ya veda ederken.

    İtalyanca’da L’Ultimo Treno Per Istanbul (İstanbul’a Son Tren) adıyla yayımlanan “Nefes Nefese” romanı  ile İtalya’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden Premio Roma’da en iyi yabancı roman ödülünü alan Ayşe Kulin’in son romanıKanadı Kırık Kuşlar”, 1933 yılında Nazi döneminde Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi bilim adamı Prof. Gerhard ve ailesinin Türkiye’de dört kuşak sürecek hikayesini anlatıyor. Onunla birlikte  gelen Alman bilimadamlarının Türkiye’ye bilim ve sanat alanındaki katkıları günümüze kadar yaşanan sosyo politik olayları da gözler önüne seriyor. “Vatanı sevgi olan” insanlar var bu kitapta. Ülkemizde insanların hayatını etkileyen bir çok siyasi olay da romanda yer alıyor ve yakın tarihimize ışık tutuyor.

    30’lu yıllar Türkiye’nin çağı yakalamak için olağanüstü gayret gösterdiği, kadın-erkek her insanın fedakârlık yaptığı bir dönem.1933’te Atatürk, üniversite reformu yapıyor, Darülfünun kapatılıyor, yerine üniversite kuruluyor, o günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin eline önemli fırsat geçiyor, Hitler, Yahudi kökenli bilim adamlarını atıyor. Atatürk de Yahudi bilim adamlarını Türkiye’ye davet ederek üniversitede görev veriyor.

    Ankara’ya Hoşgeldiniz. Kitaplarınızın imza gününde okurlarınızla buluşmanız ve imzanın yanısıra hepsiyle tek tek sohbet edip fotoğraf çektirmenizi yıllardır büyük bir hayranlıkla izliyorum. Sizdeki bu enerjinin ve samimiyetin sırrı nedir?

    Bu enerji sadece bana özgü değil, diğer yazar arkadaşlarımın çoğu aynı şeyi yapıyorlar. Canan Tan’ı, İpek Ongun’u bizzat izledim. Eğer okurlar bizden bir imza alabilmek için dakikalarca, hatta fuarlarda saatlerce bekleyebiliyorlarsa, bize düşen de onlardan bir kaç poz fotoğrafı esirgememek, sorularına yanıt vermek. Biz kadın yazarlar, genellikle öyle yapıyoruz.

    KENDİ VATANINDA BİLE YABANCIDIR KANADI KIRIK KUŞLAR

    “Sırf Yahudi olduğun için Frankfurttan kalk bir başka ülkeye yerleş ve kendine komşu olarak  dört yüz yıl önce aynı nedenlerle yollara düşüp İspanyadan gelmiş bir başka kanadı kırık kuş Rifka’yı bul” Elsa’nın ülkesini terk etmek zorunda kalanlar için söylediği “Kanadı Kırık Kuşlar” romanın adı olarak karşımıza çıkıyor. Tam da kitabın ruhuna uygun olan bu tanımlama nasıl doğdu?

    Bence yurdunu bırakmak zorunda kalan her kişi, kanadı kırık bir kuştur.  Bir başka ülkede çok mutlu, çok başarılı ya da çok zengin olabiliriz ama o ülkenin yerlisi olamayız bir türlü. Bir yanımız hep eksik kalır, çevremizde on kişi bizi sevgiyle kucaklasa, bir kişi sırtını dönse, küçümsese, içimize oturur. Bu duyguyu içimde hissederek yazdım. Ve bu duyguyu ne zaman hissettim biliyor musunuz, Doğulu bir siyasetçinin bir kaç yıl önce, “Boşnak’tan gelenler, Bosna’ya gitsin,” dediğini duyduğumda. Boşnak’ın bir ülke değil, Bosnalı bir Müslüman olduğunu bilmiyordu fakat kendisi kadar Türk olanı, kovuyordu aklınca. Oysa, soyundan geldiğimiz Osmanlı, Bosna’yı onun geldiği vilayetten tam 150 yıl önce katmıştı İmparatorluğuna. Onu da bilmiyordu.

    OKULLARIMIZDA AKLI, İRFANI, VİCDANI HÜR İNSANLAR YETİŞTİREBİLELİM

    Alman bilim adamının “Şurası bir gerçek ki, Türklerin çağdaş bir ülke yaratmanın, bina inşaa etmekle değil, ancak doğru eğitimle mümkün olabileceğini bilen bir liderleri var” sözü çok etkileyici. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni Türkiye oluşturmak için yaşanan coşkuyu iliklerime kadar hissettim. Son yıllarda eğitim sistemimizin yap boz tahtasına dönüşmesi, gelecek kuşaklar için son derece düşündürücü. Bu konuda söylemek istedikleriniz neler?

    Bu, belki de en can alıcı soru! Bilime dayalı modern eğitimden uzaklaşıp, merdiven altında kindar ve güya dindar bir gençlik yetiştirdiklerini sananların elinde, zır cahil, bir emirle can almaya hazır kitleler yetişti. Oysa ne cefalarla kotarılmış bu vatan, pırıl pırıl yetişmiş, her alanda ödüller kazanacak genç beyinlere layıktı. Ellerinden kurtulanı, bizi fizik alanında da, hekimlikte de, edebiyatta da Nobellerle taçlandırabiliyor…Yeter ki okullarımızda aklı, irfanı, vicdanı hür insanlar yetiştirebilelim.

    ROMANLAR VE ÖYKÜLER SORUNLARI ÇÖZEMEZ AMA FARKINDALIK YARATABİLİR

    Elsa, Suzan, Sude, ve Esra dört kuşak güçlü, inançlı ve sıradışı kadının hikayesi. Romanlarınızda kadın hikayeleri hep ön planda. Toplumun kadına karşı bakış açısının değişmesinde romanların etkisi olabilir mi?

    Romanlar ve öyküler sorunları çözemez ama farkındalık yaratabilirler, sorgu sordurabilir, düşündürebilir, özendirebilirler. Bir roman, on kişide bir kişiye dokunabilse, ona soru sordurabilse, amacını aşmış demektir. Neticede roman hoş vakit geçirmek için okunuyor…
    Türkiye’yi bugüne kadar ayakta tutan sağlam yapı, Hitler’in kürsülerinden, dinleri yüzünden attığı, işte bu çok değerli bilim adamlarının yetiştirdiği ‘Altın Kuşak’ sağlıyor.  90’lı yıllara kadar, tıpta, hukukta, fizikte, kimyada, iktisattaki saygınlığımızı onların yetiştirdiği insanlar sayesinde sağladığımız gerçeğine parmak basıyorsunuz. Bu saygınlığımızı gitgide kaybedeceğimiz düşüncesi toplumun bir kesiminde ne yazık ki var. Bu korkuyu nasıl yeneceğiz?

    Bu korkuyu ilerde bir gün normalleştiğimiz, normal şartlar altında gerçekleşecek bir seçimle seçilecek bir hükümete kavuştuğumuzda yeneceğiz. Son seçimlere normal şartlar altında gitmedik. Ülkenin iktidar dışında kalan partilerinin sesini duyamadan, kafamız her gün sabahtan akşama iktidardaki partinin anlattıklarıyla yıkanarak gittik. Yüzde 10 barajını kaldırma vadiyle gelenler, sözlerini tutmadılar.  Gecikse de normal şartlar bir gün er veya geç geri gelecek!

    GÜN GELECEK, ÖZGÜRLÜĞÜN, ÇAĞDAŞLIĞIN, LAİKLİĞİN KIYMETİNİ ANLAYACAKLAR

    “Hepimizin ülküsü ülkemizi ileriye götürmek, çağın en ileri medeniyet seviyesini yakalamaktır. Bu uğurda herşeyi yapmaya hazırız”diyen ve bir hayali gerçekleştiren bir kuşak var romanda. Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki azmi, çalışkanlığı, coşkuyu yakalayabilecek miyiz? 2016 yılında çağın gerisine düşmenin korkusu ile başka ülkelerde yaşama hayali kuran gençlere hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

    Hayır, 1920’lerin, 30’ların ruhunu artık yakalayamayız! Biz işgal altında bir ülkede yaşıyor olmanın ezikliğini hiç tatmadık. Kendimize ait özgür bir vatana sahip olmanın onuru, sevinci nasıldır, bilmedik. Hazıra konduk. Ben doğduğumda insanlar henüz bu hafızayla yaşadıkları için, duygularını biz çocuklarına geçirebilmişlerdi. Biz, aynı duyguyu kendi çocuklarımıza geçiremedik. Onlar bizden de beter hazıra kondular. Savaşın ne olduğunu bilmedikleri gibi, savaş içinde bir dünyada savaşa girmemek için direnmenin bedeli nedir, onu dahi bilmediler. Bu yüzden günümüzün Cumhurbaşkanı kanıtır durur karneli yokluk günlerini, bilmeyenlerin duygularını kaşır da kaşır! Bu günün gençleri, sıkıntı ne demek, yeni öğrenmeye başlıyorlar. Gün gelecek, özgürlüğün, çağdaşlığın, laikliğin kıymetini anlayacaklar. İşte o zaman normalleşeceğiz! Tavsiyeye gelince, gençler artık kimseyi dinlemiyor ben kendi çocuklarıma bile tavsiyelerde bulunmuyorum ama tek bir şey söylemek isterim: Seçimi sandıkta kazanacaksak, istediğimiz hükümete demokrasi içinde ulaşacaksak eğer ve Türkiye bizim istediğimiz gibi olsun diyorsak, her giden kişi bir oy kaybı demektir. Azalmayalım, derim!

    ONLAR GİTTİ, ADALAR BOYNU BÜKÜK KALDI

    Romanda da şahit olduğumuz üzere geçmiş tarihimizde aynı mahallede komşu olan Müslüman, Musevi, Hıristiyan, Ermeni aileler kendi dinlerinin kutsal günlerini birlikte kutlar herkes birbirlerine hoşgörü ve saygıyla bakardı. Kendi dininden, mezhebinden olmayan insanları küçümsemenin, onlara dünyayı dar etmenin insanlığa sığmadığı bir gerçek. Ülkemiz nasıl  bu kadar ayrıştı, kutuplaştı?

    Benim çocukluğumun, gençliğimin yazları, gayrı Müslim nüfusun bol olduğu Burgaz Adasında ve Büyük Ada’da geçti. Kardeş bildiğimiz onlarca Rum, Ermeni, Musevi can dostumuz oldu. Ne mutlu bana ki, ben böyle büyüdüm ve o dostluklarım burada kalanlar arasında hâlâ devam ediyor. Ama 6/7 Eylül utancını da yaşadım, ne yazık ki. Demokrat Parti’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı bu olaydan sonra, Rumların çoğu gitti.  Yetmişli yıllarda azan tuhaf bir milliyetçilik damarı, kalanları da kaçırdı. Bu aileler, Fatih İstanbul’u fethettiğinde vardılar. Bu toprakların sahibiydiler. Fethedenler onlara bizlerden iyi davranmış ki,  70’li yıllara kadar oturmuşlar yurtlarında.  Onlar gittiler, özellikle Adalar boynu bükük kaldı. Şimdi oralarda denizin, mehtabın, şarkının ve rakının  tadını da keyfini de çıkaramayan kitleler var.

    Son zamanların en üretken yazarlarındansınız. Yeni kitabınız için çalışmalar başlamıştır diye düşünüyorum. Bize yeni kitabınız ile ilgili küçük ipuçları verebilir misiniz?

    Kanadı Kırık Kuşlar henüz bir aylık! Ben de ancak onu yazarken okuyamadığım birikmiş kitaplarımı okumakla meşgulüm.
    Sizinle ilk röportajımı 2007 yılında “Veda” romanınızın imza günü için geldiğiniz Ankara’da yapmıştım. O gün bana verdiğiniz destek ve enerji ile 10 yıldır azimle röportajlar yapmaya devam ediyorum. Sizin gibi ünlü ve ödüllü bir yazarın gösterdiği mütevazi yaklaşıma teşekkür ediyorum.

    Sevgili Fatma, bende size teşekkür ederim, bu sitede (mavianne’de) yeni okurlarla buluşturduğunuz için.

    RÖPORTAJ;11.12.2016

    Yorumun benim için değerli

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.