Selin Yalçın’ın ilk kitabı “Müstakil Zamanlar” Sapiens Yayınları‘ndan Ağustos ayında çıktı.
Müstakil Zamanlar; büyülü bir dünyaya götürüyor bizi ve bu dünyada konuşan bir Hakikat Ağacı, İyilik Ağacı, Huzur ve Güven Ağacı var. Balkon demirine konan bir kuzgunun anlattığı gizemli hikayeler süslüyor sayfaları. Pandemi dönemi de var bu kitapta, bir kadının kendi özünü bulma hikayesi de. Masal tadında bu kitabı bitirmeden elinizden bırakamayacaksınız, ben öyle yaptım.
Selin Yalçın, tek bir meslekle yetinmeyen çok yönlü bir “Kurtlu Fasulye”. O bir dergi yazarı, Kuki’nin İnsanı, Robin’in Yol Arkadaşı, Gıda Mühendisi, İş Güvenliği Uzmanı. Ayrıca bir aktivist, doğa ve hayvan aşığı, motosiklet sevdalısı bir kadın.
Sizi kutluyorum ilk hikaye kitabınızın okuru bol olsun. “Müstakil Zamanlar” nasıl doğdu, kitap bize ne vaat ediyor?
Çok teşekkür ediyorum güzel dilekleriniz için. Müstakil Zamanlar’ın ‘Son’ diye başlayan ilk bölümü motosikletle Gelibolu gezimden dönerken çıktı. Bugüne kadar gezdiğim yerler içinde en çok duygulandığım, gözlerimden bulutların hiç gitmediği bir geziydi. Şehitlikleri, Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu kısmının geçtiği bu toprakları gezerken aklımda buradaki ağaçların, kayaların, toprağın nelere şahit olduğu geçip duruyordu. Belki de bunun etkisiyle bir ağaç belirdi aklımda dönüş yolundayken. Motosiklet kullanırken hayallere, yoldan başka düşüncelere yer yoktur. Bütün dikkatin yolda olmalı. Ben de o ağacı aklımdan kovalamaya çalıştım ama ağaç baskın çıktı. Bir mola yerinde ağacın ilk sözlerini not edip öyle devam ettim yoluma. İlk cümleler oldu bunlar.
Kitap ne vaat ediyor, zor bir soru. Hayalle gerçek, kötüyle iyi, özgürlükle esaret, korkuyla özgüven arasında aslında bir cümlelik belli belirsiz boşluklar olduğunu fark ettirmeyi sanırım, ve umarım.

PANDEMİ ZAMANI İÇİMDEN BİLGE BİR KUŞ ÇIKTI
“Müstakil Zamanlar”da masallar anlatan bir kuzgunla konuşan, kendini bulma yolculuğuna çıkan kadın siz misiniz?
Sadece o mu? Kuzgun da benim, Kaptan da, diğerleri de…. Pandemi zamanında o kadar uzun süre yalnız kalınca içimden kendine ait sorunlara çözüm arayan çaresiz küçük bir kız, kendine sıfat bulmaya çalışan kayıp bir ruh, tutsak ve özgür yanım, bir de bunlara rehberlik edecek bilge bir kuş çıktı. Kendi aralarında öyle bir sohbet ettiler ki, bana sadece dinlediklerimi yazmak kaldı.
Sapiens Yayınları ile yolunuz nasıl kesişti? Sizin gibi ilk kitabını bitirip eline almış ve hangi yoldan devam edeceğini bilemeyen yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
Sapiens Yayınları ile yolumuz yazmaya, anlatmaya olan sevdayı paylaştığımız çok değerli bir ablam aracılığıyla kesişti. Benim heyecanım Sapiens Genel Yayın Yönetmeni Gökçe Hanımın motivasyonu oldu sanırım. Çok uzun zamandan beri beni mutluluktan ağlatan ilk kişidir ve Semih Bey ile ikisinin desteği, inancı ile bu süreci geçirmek çok hoştu. Yazanın onlara emanet ettiği hikayeleri ince ince değerlendirdiklerini ve titizlikle çalıştıklarını kendim yaşayarak gördüm. Bizim gibi ilk kitabına adım atanlar için bu paha biçilemez bir şey.
Benim kimseye tavsiyem yok çünkü hepimiz kendi biricik hayatlarımızın içinde, farklı koşullarda yolumuzu devam ettirmeye çalışıyoruz. Herkes yüreğinin sesini dinlesin, rehber odur bence.

KONUŞAMAYANLARIN DA HİKAYELERİ OLDUĞUNA İNANDIM
Annneanne ve dedenize ithaf ediyorsunuz kitabınızı. Dedenizin anlattığı masallarla büyümeniz, anneanneniz ile aranızda oluşan sevgi dili hayata bakışınızı ve hayal dünyanızı nasıl etkiledi?
İki kelime ile bütün derdini anlatmaya çalışan bir kadın düşünün. (Anneannem felçti ve ‘o kadar o kadar’dan başka bir şey söyleyemezdi.) Ben şu an anadilim harcinde iki dili çok rahat, birini de orta halli konuşabiliyorum ama kendimi onun kadar rahat anlatamıyorum, ben anlatsam karşımdaki nasıl anlayabilirse öyle anlıyor. Yeni insanlarla tanıştığımızda ilk yaptığımız kendimizi anlatmak oluyor. Halbuki susup beraber yaşayarak, tepkilerimizle, bir garsona seslenişimizle, keyifli bir anda dilimizden dökülen bir ıslıkla netiz, apaçığız. Ne yazık ki birbirimizi ve de kendimizi izlemek için çok yorgunuz. Sussak belki daha kolay olacak. Kelimeler bazı şeyleri anlatmak için yeterli değil bence. Dokunmak lazım. İnsan insana dokunmalı.
Çocukluktan böyle sessiz bir iletişim gelince sanırım bir taşın, ağacın ya da kuşun da anlattıklarını anlamaya çalışan biri oldum. Dedem iskambil kağıtlarında resmi olan hiç var olmamış bir karakterin bile hikayesini anlatırdı bana. Böylece konuşamayanların da hikayeleri olduğuna inandım ben. Kendi kitabımda da onların dili oldum.
KURTLU FASULYELERDE BUGÜN
Selin Yalçın’ın “Kurtlu Fasulye”ye dönüşüm öyküsünü bize anlatabilir misiniz?
Bisikleti 36 yaşımda öğrendim ben. Birkaç ay sonra da motosiklet denemek istedim. İkisini de öğrenmek için geceleri gezerdim, trafik tenhayken. Her gün arkadaşlarım sorardı, “Bu gece nereye gittin kurtlu?” İşten izin alıp havanın güzel olduğu günlerde gezmeye başladım sonraları. Annem çok çok kızmıştı motosiklet almama. Instagram’da fena yağdırırdı fotoğraflarımın altına yorum olarak. Ben de onun görmeyeceği bir Instagram hesabı açıp motosikletle her gezmeye çıktığımda “Kurtlu Fasülyelerde Bugün” diye bir fotoğraf koyardım. Gezdiğim, gördüğüm yerlerin hikayelerini anlatırdım. Bir arkadaşım bana bir web sitesi hazırladı, gönüllü olarak. Adı da “Kurtlu Fasülyeler” oldu. Bir süre sonra Türkiye’nin en sevilen motosiklet dergisi a2Teker‘de köşe yazmaya başladım. İki sene önce anlatsalar inanmazdım. “Ben? Motora binmek? Köşe yazmak? Hem de bir motosiklet dergisine? Hadi canım!” derdim muhtemelen. Bunları anlatmayı çok seviyorum çünkü ben bunu yapabildiysem herkes her şeyi yapar, yeter ki istesin, azmetsin.

SALGIN BİR KİLİDİ AÇTI
Uzun yıllar kurumsal hayatta mühendislik ve yöneticilik yapmışsınız. Yüreğinizin sesini dinleyip özgürlüğü seçmeniz ve farklı alanlara yönelmeniz nasıl oldu?
Salgın ilk başladığında evde olmak huzur verdi bana. O güne kadar evim otel gibiydi çünkü. Erkenden çıkıp işe gider, akşam bir banyo ve uyumak için kullanırdım desem yeridir. Evden çıkmadan yatağı toplayacak zaman, buzdolabında yemek olması… Ne basit şeyler öyle değil mi? Bu basit şeylere salgında evde olduğum zamanlarda eriştim ve huzur doldurdu beni. Mutlu değildim. Başta başka bir iş bulmanın yollarını düşünüyordum; malum salgın, piyasalar berbat. Sonra alternatifleri gözden geçirdim. Hep iki seçeneğimiz olduğunu düşünürüz; ya bir iş bulacaksın, ya da bir iş kuracaksın. İnsan hep altına girecek bir çatı arıyor. Aslında bir şirket olmadan da her birimiz birer çatıyız, ya da öyle olmalıyız. Elinden sadece mantı yapmak gelen ve bununla hayatını devam ettiren kadınlar var. Yorulmayı göze almak, kabul gördüğün titrinden soyunup başka becerilerinle karnını doyurabileceğini keşfetmek… Zor ama güzel bir süreçmiş. Mesleğimi özgeçmişimden sildiğim gün çıplak hissettim kendimi, fakir, vasıfsız… Sonra baktım ki mesleğim haricinde yaptığım işler var, sadece o sıfatları sahiplenmemişim o güne kadar. Neden denemeyim dedim, kendi kendime, dener de başaramazsam hali hazırda yapmayı bildiğim işe dönerim. Ve son maaşımdan cebimde kalan son parayla bir tasarım kursuna yazıldım. Hayatımda renkler olmalı dedim, yazmalı, çizmeli, yeni bir şeyler yaratmalıyım.
Şu an öğrenciyim. Çabalıyorum. Ben 38 yaşındayım ama aslında ikinci 19’umu yaşıyorum. 19’un hevesiyle yeni bir altın bilezik edinmeye çalışıyorum kendime. Salgın bir kilidi açtı, tehlikeli ve zor bir karardı ama siz gönlünüzden geçeni yüksek sesle söylemeye bir kez cesaret ettiğinizde şartlar da sanki o yolu takip etmenize destek olacak şekilde şekillenmeye başlıyor.
YOLUM GÜZEL RUHLARLA KESİŞTİĞİNDE BESLENİYORUM
Blogunuz kurtlufasulyeler.com’da; “Doğayı, hayvanları, yolumun düştüğü yerlerin hikayelerini, yolda karşıma çıkan insan portrelerini, masalları seviyorum ve hayatın bir yerinde saklı kalmış peri tozunu bulmayı, dünyaya güzellikler katan insanların hikayelerini seviyorum” diyorsunuz. Tüm bunlar sizi nasıl besliyor, kendinizi nasıl hissediyorsunuz, bu hikayeler kitaba nasıl dönüşüyor?
Kadın-erkek eşitliğini, bir mola yerinde boş boş konuşan bir adamın yüzüne mükemmel diksiyonu ve salon beyefendisi üslubuyla tokat gibi çarpan iri kıyım tır şoförü var hafızamda asla unutmayacağım. Bir su kaplumbağasının nefesini duydum bir gezide, büyüleyici bir şeydi. Motosikletten önce Hollanda’da bir sandviççide seçtiğim sandviçin içinde domuz eti olduğuyla ilgili uyarmıştı beni tezgahtaki çocuk. Müslüman olduğumu nereden anladığını sordum, kendisinin Yunan olduğunu söyledi, “Türk olduğunu anlayabilirim, dinini bakarak anlayamam” dedi, yine de uyarması gerektiğini düşünmüş. Bu dünyada devletler, hükümetler bir sevişir, bir dövüşür ama halklar kardeştir. Bir Yunan kardeşimin bana günaha girmeyim diye kendince yaptığı küçücük uyarıdan biliyorum. Bunlar işte yolun zenginliği. Ben yolum güzel ruhlarla kesiştiğinde besleniyorum. Yazmak için sebep, bir yerlerde henüz ulaşamadığım ama beni anlayacak birilerinin olması, gezmek için sebep henüz bilmediğim hikayesini bana anlatacak birilerinin denk gelmesi sanırım.

CİNAYET ROMANI YAZMAK İSTERİM
Motosiklet ile yolculuklardan sonra kendinize sorduğunuz “ yol bana ne öğretti, ne verdi, giderken sahip olmadığım neyi taşıyorum dönüşte hayatıma?” sorularına yanıtınız ne oluyor?
Size bir sır vereyim mi? Ben motora binmekten hâlâ çok korkuyorum. Yola çıkacağım günün gecesinde hep düşünüyorum, çıkmamamı gerektirecek bir durum var mı diye, defalarca kontrol ediyorum her şeyi. Sonra kontağı çevirince hepsi geçiyor. Korka korka da yaşanır hayat, sadece merak ederek, heves ederek de. Dönüşte en çok bunu hissettim bugüne kadar, hep iyi ki gitmişim dedim.
İkincisi de, övünmek gibi olmasın ama güzel seyahat planlarım. Motordan önce de böyleydi. Ama bazen planlar bozuluyor, beklenmedik bir şey oluyor. Uyum sağlamayı öğrendim. Bir gün evden Karadeniz’e gideceğim diye çıktım ama hava şartları nedeniyle kendimi iki gün sonra Antalya’da buldum. Hayatı biraz akışına da bırakmak gerekiyor zaman zaman. Listem çok uzun ama bu ikisi baskın cevabım olur sanırım.
Yeni hedefler belirlediniz mi kendinize, paylaşmak ister misiniz?
Yeni bir hikaye yazmaya başladım. Bir cinayet romanı yazmak isterdim mesela ama şu an ruh halim hiç oralarda değil. Öte yandan dijital çizime geçerek kendi tasarımlarımı yapmak istiyorum. Uzun bir öğrenme süreci olacak sanırım ama çok heyecanla öğreniyorum her yeni şeyi. Bugün ilk kez kartvizit tasarımını öğrendim mesela. Bir grafik tasarımcı için çok sıradan ama benim için çok heyecan verici. İnsanın sevdiği şeylerle uğraşması çok güzel. Umarım bütün bunları bir potada eritip hepsini bir arada kullanabileceğim bir eser çıkarabilirim ortaya.
Çok teşekkür ediyorum ilk kitabın ilk röportajını bana verdiğiniz için.
Asıl ben teşekkür ederim, severek takip ettiğim Mavianne’ye konuk olma şansını verdiğiniz için. Bu güzel sohbet ve desteğiniz için. Asla unutulmayacak bir anı olacak, çok kıymetli bir hikaye daha koydum sepetime…

Selin Yalçın ve Fatma Erdem 2018/İZMİR
Bi Arkadaşın Başına Gelmiş Kitabı Lansmanı
[…] Müstakil Zamanların Kurtlu Fasulyesi https://fatmaerdem.com/2020/09/06/mustakil-zamanlarin-kurtlu-fasulyesi/ […]